Karakalem Bir Eskizdi
sana, murathan mungan`a, yalnız bir operaya ve tüm ayrılıklara
dönüşsüz gidişlere alışırken
erguvan geri döndü baharla
bense seninle başlayan aşklarımı
seninle noktalamak isterdim
uyumsuz görünse de
her kış sonrası ilkbahar
yaşanan çelişkinin
dayanılmaz uyumuyla
benim sana çokluğum
senin bana azlığın kadar
özel olmanın ayrıcalığında
hiçbir renk uymaz erguvana
boğaz yeşilinin uyduğu kadar
karakalem bir eskizdi
aşkın ilk tedirginlikleri
yolculuğa çıkmadan önceki
karın ağrısını anımsatan
kaydıraktaki ilk denemede
bir iç geçmesi, bir başdönmesiydi
dünyada her şey bizle başlamıştı
felsefe de yaşam da aşk da
oysa çocuktuk biz
hem de öyle çocuktuk ki
yaşam hakkında ne biliyorduk acaba
keman çalınabilir mi söyler misin
elindeki yay alındığında
kırık parmaklı piyanist umarsızlığıyla
tutunmaya çalışırken hayata
bir aşkın iki tarafı olmalı
yaşanmışlıklar yaşanmamışlıklar
özlemler, alışmışlıklar
her aşk iki taraflı olmalı
ya da keman çalmayı bırakmalı
piyanoya bir daha oturmamalı
oysa ben seninle başlayan aşklarımı
seninle noktalamak isterdim
hiçbir aşka hiçbir son yakışmaz
işte hep ayrılık şiirlerinin
`hayır yok anlaşılan bir son bize`
dizeleriyle başlaması da bundan
bir aşk ki bunca emekle yoğrulan
ölümsüzlük hayatta belki hep istenen
ancak hiç kimse tarafından
ve hiçbir zamanda ulaşılamayan
kırılan bahar dalının
yeni sürgünler verdiği doğru
ama unutulmamalı ki
her ağaç da sonunda ölümlü
hiçbir aşk yalnız başlamaz
yalnız bitmediği gibi
değilse zaten aşk değil
bir yanılsamadır yaşanan
aşkı ölümden ayıran ayrıntı da burada
her ölüme yalnız gidilir eninde sonunda
bir şeyin başlangıcıdır sonunu belirleyen
ancak başlangıçta nedense hiç bilinemeyen
yalnızlık gibi başlanan her aşkın
sonu da yalnızlık gibidir
bu gerçek inanması zor ama
bazen karşılıklı geçerlidir
nedeni çok basit belki de ironik
bu tür aşklarda aynı anda değil nedense
hep takibeden sırayla sevilir
işte böyle farklı bir sevgiydi yaşanan
bütünü hissederken anı yakalayamayan
yüzyıllar boyu anlatılan destanlar gibi
babadan oğula ve kulaktan kulağa
her yaşanmayanın
birden fazla nedeni vardır sevgilim
kaçmayı bilmeliydik bazı anlardan
ne kaldı şimdi yarına anlatılamayan
merak ediyorum bilmem ki bir gün
paylaşılanları konuşabilecek misin
insanın çocuklarına anlatacağı değil de
anlatamayacağı anlar belirlerken yaşamı
her aşkı bir diğerinden ayıran
bu anlatılamayanlardır belki
hiç bilemedim bunca zaman
bu kış da geçti sensiz
geçen tüm kışlardan artakalan
eski mısır ya da azteklerden başlayan
aşkımızın serüveniydi yalnızca
yüzyıllardır yaşanan
yapılan kazılarda hep aranan
ve bir türlü bulunamayan
ben tüm çağlarda yaşadığım aşklarımı
seninle noktalamak isterdim
kimsesiz bir yağmur gibi
bir esinti rüzgar gibi
sessizce girdin hayatıma
içinde saklı tüm fırtınalarınla
her geçen gün şiddetlendin ve her saniye
esinti rüzgarla deli fırtına arasında,
bir yalnızlık senfonisiyle
desibeli yüksek koro arasında
gelip gitmeler, gidip te gelememeler
gelip te bulamamalardı çalan
yine de bir kimsesiz yağmur gibi kaldın içimde
bir esinti rüzgar gibi iç ürperten
şiirlere başlatan yazdıkça durduralamayan
bir bestenin notaları gibi kağıda akan
neydi o sende bulduğum vazgeçilemeyen
ellerin miydi ilk önce düşündüğüm
okşamalarına hasret kaldığım
ya da gözlerindeki anlam mıydı
derinliğinde kaybolduğum
ve bir daha kendimi bulamadığım
tümüyle o yüzün de olabilirdi belki
her detayı belleğime kazınan
ama bu kadar değildi elbet
çelişir gibi olmaz mıydı bilmem
zamana hangi el dayanabilirdi
hangi yüz bu çağlara direnen
her geçen gün artarken
sana duyduğum özlem
yüreğindi yüreğimde hiç eskimeyen
aklındı biliyorum
detayların gizini yüreğinde hisseden
bir şeyin sonudur başlangıcın belirlediği
hiçbir sonda nedense bilinemeyen
sonu yalnızlıkla biten her aşkın
yalnız başlamış olması mı gerekir
belki de iki ayrı yalnızlıktır yaşanan
işte böyle farklı bir sevgiydi
delicesine paylaşılan
ve bir o kadar anı ıskalayan
hiçbir sonu
hiçbir başlangıca yakıştırmayan
bana değişme, olduğun gibi kal
gitme, hep orada ol diyen sesin
farkında mıydı tüm bunların
sahi inanıyor mudun yürekten
o günden sonra başarabileceğimize
tüm çağlarda olduğundan fazla, bugün gibi
tüm yaşamı özetlercesine ayrı kalabilmeyi
ayrılığın başlangıcı o andı bence
birbirimizsiz kaldığımız yıllarda değil de
her anı iç içe yaşarken, tam o anda
kendini söküp geri almak gibiydi
ucu içerden çıkarılamayan bir hançer
boğazındaki düğüm gibiydi
aklın yüreğe sahip olduğu o an
ağzından bir çırpıda çıkardığın `evet`
oysa hiç beklemiyordum
hiç hazır değildim üstelik
bunca paylaşılmışlığı yok sayan
ortada kaldırılamayan bir cenaze gibiydi, evet
hangi yanıt aklayabilirdi bu cinayeti
hangi mantık hoş görebilirdi söyle
kim inandırabilir beni, kim anlatabilir bana
kadınların beynindeki bu farkı
ya da annelerin farklı duyarlılığını
öylesine çıktığı gibi ağzından
öylesine çıkıp gittin hayatımdan
buzulların arasında bulunacak
bir kanıt gibi bana yazdıkların
antik dönemin kalıntılarını anımsatır
sana hiç usanmadan yazdıklarım
çocuklar nasıl oynarlarsa ara vermeksizin
deprem sonrası yıkıntılar arasında
senden sonra da sürecek yaşam
benden sonraki günlerin gibi
odalarda duramazlığım
yataklara giremezliğim bitecek bir gün
ama senden sonra da sürecek yaşam
benden sonraki günlerin gibi
oysa ben seninle başlayan aşklarımı
seninle noktalamak isterdim
tekrar söylemem gerekli bence
bir gün ağlayacaksın diye
belki de ağlamışsındır şimdiden
söylediklerinden çok söylemediklerine
yaptıklarından çok yapmadıklarına
ama sen böylesin işte
artık ikimiz de biliyoruz
ve ben de uymalıyım sana
belki de aynı anı, ilk kez aynı anı
paylaşabilmek çabasıyla
geçen kışlardan artakalan
mutsuzluğun devamını yaşamak
ve seninle iki farklı beyin,
iki ayrı yürek olmak için sonunda
ben de uymalıyım sana
mutsuzluk da mutluluk gibidir
bir sürece değil o ana özgüdür
ve bu anların toplamı yaşamın kendisidir
düşünmüyor değilim hani
aşk aslında bir paranoya mı diye
yani aslında hiç var olmayan
ama insanın benliğinde hissettiği
basit bir paranoya mı yalnızca
birbirimizden kopma çabalarımız
koşulların zorladığı
veya dayanılmaz bir tutkuyla
ararken birbirimizi
geçmişte seni koruyamamanın
kucağımda taşıyamamanın
verdiği acı yüreğimdeyken
giderken beni tutamamanın
alışılamaz ağırlığı omuzlarımda
kimdi o karşı konulmaz tutkuları yaşayan
paylaşamamanın yalnızlığı mı yanıldığım
biz değildik diyorsan kulağımda çınlayan
çok iyi bildiğim, bir şiir, bir melodi sesinle
aşk gerçekten yalnızca
basit bir paranoya o zaman
hiç inanamadım nasıl söylediğine
ya çok erken girdiğimi hayatına
ya da çok geç çıktığımı karşına
iki farklı aşk mı bu yaşanan
aynı aşka nasıl, söyle nasıl
hem geç kalınabilir hem çok erken
zamana yenilen aşkımız değil aslında
senin yüreğin bu tükenen
hem zamana elinde olmadan
hem de aklına taamüden
oysa ben seninle başlayan aşklarımı
seninle noktalamak isterdim
belki her şeyi bilemedim hayatta
yaşadığım anların değeri dahil buna
ama bildiğim bir şey varsa
her acıdan tartışmasız bir ders çıkardım
her ölümden taze bir yaşam
ve her sondan yeni bir başlangıç
aşkımızsa her an arsızca aramıza giren
ve istediğinse hayatı paylaşabilmek
öldürmem gerek yaşanan her anı tek tek
hiç zor değil, hileli bir boks maçında
yüreğin akla yenilmesi say
tutulmayan sözlerin dayanılmaz çekiciliğinde
o an gelince her sevdada sürekli kaçılan
bıçak kemikte ardına bir kez dönüp bakmadan
kendiliğinden gelen tüm zamanlardan bağımsız
uçurum kenarındaki her geri adımla
öndeki toprağın çöküşünü seyredercesine
yürekte bir burkulma hissi galiba sonunda
sen ki şimal yıldızım
sen ki uzun yol arkadaşım
nasıl bırakırdım seni yarı yolda
söyle nasıl alıp başımı giderdim
onca paylaşılmışlığın acısı
ve yaşanmamışlığın güzelliği ardımda
iki yalnız yürek olarak yaşamaktansa
tek yürek olmalıyız aşkı öldürmek gerekse bile
sonunda aşkı ölümsüzleştirmek mi yoksa
harcadığımız bunca karşılıklı çaba
İstanbul, 31.3.2001
Nevzat Gürmen
Nevzat Gürmen şiirleri