Yalnız Bir Operaya Ağıt
Aralarda biryerlerde bizim sevdalıklarımız. Köhne, yıkılmaya yüz tutmuş hayallerin sonunda inadına genç görünümlü, acımasızca kırılgan. Hani desem sana sinirli laflar veya yanlışlıkla yükselse sesim, başın düşecekmiş gibi geliyor öne. Veya ufacık bir hilede, aşk oyunlarının arasında,
o arada bende kaybolurmuşum gibi. Nedenleri kenara bırakıp başlayabilirdik bu oyuna. Belki oyuncularıydık, belkide piyonları. Hani bazen kendimi Mungan`ın Yalnız Bir Opera`sının provasından çıkmış gibi hissederdim. Hani hiç bitmeyen provalar...
Oyuncular değişirdi. Sözler belki de. Gelmediği zaman aktrist önce ne kadar iyi bir oyuncu olduğuna dem vurmakla geçerdi zaman. Sonra; olursa sonrası,
yeni arayışlar başlardı bir ihtimal. Baştan alınırdı oyun. Işıklar yeniden yanardı kararan sahneme.
Sen çıktın... Sen girdiğinde operanın kapısında ışıklar varmıydı yoksa ışıkçı da sıkılıp uyumuşmuydu bilinmez. Görür gibiydi gözlerim ama kanlıydı, kırmızı... Sen geldiğin zamanki başrol oyuncum belki kuliste makyaj tazeliyordu, belkide çoktan çekip gitmişti. Hala da bilinmezi oynar ya... Hiç bana `ben devralayım rolü` demedin. Zaten devralacak bir rol yoktu ki. Ve senin belkide başrolün başka bir oyundaydı. Sahnedeydik. Sen vardın; evet kesinlikle vardın. Ben ordaydım. Ne sen değiştirmek istedin oyunu, ne ben sana ezber yaptırdım. Aklıma gelen sözcükleri kullanamadığım gece yalnızlıklarında, doğaçlama yıldızları seyrediyorduk. Ben yıldızların hareketlerini, seni izlediğimi bilmeden izlerken, sen beni belkide hiç yazılmaması gereken oyunlarımız için kurguluyordun. Perde açıldığı zaman ikimiz asla aynı sahnede olamazdık, bunu biliyordum. Provalar oyunun kendisini aratmamakla kalsaydı eğer, ben seni bir zaman sonra başka bir sahnede başka psikozların içindeki oyuncularla görmeye dayanabilirdim.
Güçlü sözler kullanmamıştık aramızda. Bazen kim olduğumuzu sorgulardık, veya ben kimliğimi ararken sen kaybolanlar olduğumuzu öğrenmiştin bile.
Belki bunu sana ilk önce ben söylemeliydim. Benden duymanı hem isterdim, hemde benden duymadığın için memnunum. Kıvanç yüklü gençlik maceralarından arınmış,
sahteliği olmayan, ama her adımda kaybetmeyi alışkanlık haline getiren ve bir zaman sonra fotoğraflarda bile yer almayan tinsel anıların içinde olacağımızı seni tanımadan
önce öğrenmiştim. Hayatın karşıma çıkaracaklarını, karşına çıkarttıklarını sorgulamaya ayırdığımız zamanı, yok olan izlerimizi bulmaları için başkalarının yoluna ekmek kırıntıları serpmekle harcamadık. Öylesine zamanlardı ki onlar.. Hani senle sahnedeki saatler saniyelerle geçerken, belleklere milyon ışık yılları yer kaplayacak şekilde kazınıyordu.
Sahnedeydik...
Sonlarımızı göremedik ki başlatmak için bilinçli davranalım. Tekrar dönersem başa, dağınık bir ruh haliyle, ve bir yazının edebi değerine sığmayan belki, ama bir hayatta insana çok şey katan mazi bilinciyle, işte o hayatın bize bir şeyler katabilmesi belkide tek umudumuzdu. Seni bana, beni sana, sonrasında biz dediğimiz ve hani
o benim kabul etmediğim kalabalık kitleyi birleştiren değerler, alkole katılmış güzel esanslar gibi yok oluyordu. Kokun ellerimdeydi dün mesela, bugün
hatırlamak için eldivenlerini kullanmak zorunda kaldım. Öylesine batmış görünüyordum ki belkide aramızda hani o elektrik dediğimiz nesne o batmışlığın statikliğinden
sıkıldığı için oluşmuştu.
Bazı kararlar vermek gerekirdi bazı oyunlarda. Mesela tüm yeteneğini bu oyunda göstermeyip bir başkasına saklamak gibi. Sonra insan kayboluşlarında anlarki
saklayarak o yeteneğini asla muhafaza edememekte. Öyleki ben senin için verdiğim kararlarda veya karar adını almasa bile -veya karar gibi zamanlara ihtiyaç duymasa bile- düşüncelerde ben olmanın ne kadar önemli bir şey olduğunu ortaya koymuştum. Çünkü senden istediğim senden başkası değildi. Ve eğer sen de günün birinde bu oyundan sıkılıp bir şekilde yönetmene itiraz etmeden tek suçlunun ben olduğumu farz edersen, -ki buna asla itiraz edemeyip sadece asla satılmayan gösteri biletlerini kaybolan gölgemi ısıtmak için kullanırım- alıp götürmeyi en sona bırakmanı istediğim tek şey sensin. Ve eğer bir gün fark edersen biz nasıl kaybolanlarsak ve içinde bulunduğumuz bir oyun değil de bizim ta kendimizse, bunu anladığın zaman işte o noktada hiç bir zaman kendini benden kaçıramazsın. Yılışık aşıklar gibi ense kökünde nefesimi hissettirmeye çalışmasam bile bunu anladığını bilmek; seni her gün kolumda, bir park gezintisinde, bir akşam meyhane çıkışında benimle yapacaktır. Çünkü her nasılsa bir gün bu perdenin hiç açılmamak üzere kapanacağını biliyorsam, bazen o anın bir an önce gelmesini istiyorsam, bu o andan korktuğumdan değil, o ana kadar oyunumu başarıyla oynayıp bir gün sahneden ışıklar üzerimde, gözlerimde o her zaman bahsettiğimiz mutluluk göz yaşlarım olsun diyedir...
Biz nasıl bu hayat dediğimizin içinde kaybolmaktaysak, gözümüzden akanlar asla bizim gibi davranmaz; akış yönlerine göre izlerini asla esirgemezler. Bir piyanonun aynı tuşlarına defalarca basılmasından çıkan tımbırtı nasıl hoşuna giderse; bir bardak aynı marka biraya sarhoş olabildiği için katlanırsa; rüzgar aynı yerden getirdiklerini iyi kötü bizim etrafımıza saçarsa; `aynı sözleri` sana söylemek te beni ne huzursuz ne de basit kılar...
Bir gün iklimlerin seni dağıtırcasına uzaklaştırdığı kişi ben olursam, çocukken ilerde eğlenceli olacağa benzer zannettiğim `hayat` senin arkandan ağlar, kokunu alamayan opera yas tutar.
Emrah Aydınalp
Emrah Aydınalp şiirleri