Bir Kök-türk Kadını: Güran Han`ım
Ben adınızı unuttuğunuz bir yerdenim
Kendinizi unuttuğunuz ve
Bir kitap yaprağında yeniden bulduğunuz, ya da
Bir resimde, belli mi olur
Boya fırçalarınızın üzerinde
Renklerinizi karıştırdığınız bir kavanozda
Bulanmış bir suyumdur belki de
Hiç pınar görmemiş bir su
Küçük bir kır köyünde
Demir oluklu bir çeşmeden
Akmamış hiç daha
Ben artık kendimi arasam bile bulamayacağım bir yerdenim
Sanki pencereden bakıyorum yaşamıma uzaktan
Başka kentler ve yerleşim yerleri tanımadım
Hiç bir zaman çıkmayı denemedim buradan
Öyle kaldım, sonsuzda boşluğu dolduran bir nesne gibi,
sormayın
Bir yaşantı ki, kimseye anlatmasını bile öğrenemedim
Kimseye fısıldamadan gelip geçtiğiniz bir çağda doğdum ben
Hiç haberiniz olmadan gelip geçen kış günlerinde
Sever misiniz kış günlerini bilmem
Ve ben
Hep bir beyazlık tadı dilinde
Okşanan atlar gibiyimdir yelemden
Siz bilmiyordunuz bunu
Ara sıra sormuş dahi olsanız
Duymamış gibisinizdir aslında
Ne söyleyen anlatmıştır onu doğru dürüst. Yani ben
Ne dinleyen anlamıştır onu. Yani siz
Aynen: diyalog yoktur, diyen fılozof gibiyizdir
Ne yazık ki, bunca zaman farkına varmamışızdır bunun
Bu nedenle gözlerim bomboş bir sonsuzluktur
Her keresinde ayrımsarım bunu
Bir yere, bir kişiye baktığımda
Bir daha görmemeşimdir çünkü onu
O aranıp durur orada, bense burada
Derler ki: bu bir aranış bile değildir
Ve aranış sayılması için ilk önce
Başka bir dil gereklidir
Üzülüyor muyum? Seviniyor muyum?
Ha bir kent, ha bir mağara olmuş biz şamanlara
hiç söyleniyor muyum?
Evet, ben şamanların kayalara çizdikleri resimler
Ağaçlara bağladıkları çaputlardan geliyorum.
Adı hiç bir yerde anılmamış mağaralardan
Ta bundan bin üç yüz yıl önce
Iki avcının sırtını dayadığı bir duvardan geliyorum
Orhanların duvar yazıları gibi, çıtkırıldım bir tümceyim, dedim
Anlamadınız. Hiç kim yazdı bunları, diye sormadınız
Ve ben o duvar yazılarında anlatılan,
kuşatılmış bir köyden geliyorum
Her yanım ayrı bir renk
Uygurlar boyadılar beni, Gök Türkler?in çocukları
Her kuytuya bir haber gönderip o zaman öncesinde
Her yöne ayrı bir renk verdirerek adamlarına
Doğuya kır rengi dediler ve o ara yeşil,
yaşıl bile olmamıştı henüz
Güneye al dediler; güneşi karşıladılar,
doru atlarını sürdüler orada.
Batı aktı.
Ve kuzeye gittikçe bir aklar toplamı, ki duyulmamış
Başı uçuk renkli bir attı, o ak
Ya da sakarı açık renkli bir at
Daha beyazı almamışlardı atalarımız Araplar'dan
Ve ak aktı
Kuzey ise karaydı
Ve saçının tek bir teli gibi
`Çeşmi siyahım`, diye, bir şiir yoktu ozanlarında
Ve sevdiklerinin gözlerine
`Kara gözlüm kar yağdırdın başıma`, diye dolanıyorlardı
Ya da, karada ölüm yok bize, diye savaşıyorlardı o zaman
Kara haberlere çok üzülüp,
Kimseye kara çalmıyorlardı, bilip bilmeden
Ve tarihde bir kara batak gibi
Kaybolup yeniden diriliyorlardı.
Ve ben bir kaya yazısı gibi o bozkırda
Rüzgar soluyorum karanlık kış gecelerinde
Ve yılgınlar ordusu geçiriyorum içimden
Tarla boylarında toygar kuşları
Oluk oluk oluk su taşıyorum boyalarınıza
Siz sızlanıyorsunuz, bir kenti yırtıp da arkanızda
Yeni gözler ediniyorsunuz korkularınızdan
Atları ve çobanları sürüyorsunuz bir yoksulluğa
Ha bire kaya diplerinde sindindirip bekletiyorsunuz
Her ne kadar Kök Türkler göçebe de olsa
Herkesin yetecek kadar aşkı ve toprağı vardı, diyorsunuz.
Ben demiyorum, yanılıyorsunuz
Erkekler ok yapımında ustalaşmıştı biliyorsunuz
Ve alıştırmada o kadar ustaydılar ki, bir kalbi vurmada
Her kalp bir kere vurulup düşürülmüştü dalından
Sizin kalbinizden başka.
Sonra bir avcı gibi, dolaştığım yıllar başladı arkanızda
Boyalarınız unutturuyordu biz yarenleri
Aşkınız boyuyordu gözlerimizi
Kendimizi yalnız buluyorduk obada.
Derilerden yapılmış kürk mantolarınız vardı
Yeni dikilmiş ayakkabılarınız
Bacağınıza taktığınız o yağıltınızla*
Taşlar arıyordunuz içinizden geçenleri duyuracağınız
*etek
Ben uzaktan izliyordum, bozkırda bir yılgın gibi
Yıldızlar düşürüyordum tepenize
Yakınıyordum yalnızca yarenlerime
Ve siz, hiç ses etmiyordunuz.
Aşırı yellerden korunmuş, alçak bir ırmak kıyısında
Arabalarımıza yüklediğimiz yurtlarımızla
Güneş ve gök tanrıyı katarak yanımıza
Çıkmıştık bir gün yola
Uzun ve bitmek bilmeyen yolları geçerek
Dağları almıştık gerimize
Ben bir ara bakacak oldum, bu ne sonsuzluk, diye
Ve siz, iki kısrağın çektiği bir araba üzerinde
Kendinize dönmüş iç bileyerek
Gömülmüştünüz düşlerinize
Hiç bir Kök Türk kadınında olmayan
Kırık bir gönül yarası düşmüştü yüzünüze
Ne yapsam da yeğ tutamayacağım
Bir ırmak sızmıştı içinize.
Her devrin yer yüzü şeklinde bıraktık eskimiş yurtlarımızı
Çıkıp geldik iklimleri hiçe sayarak bu çağlara
Atlarımız argın ve susuz, atalarımız yorgun kaldı
Ilboylarımız son bir varoluş kavgasında
Yok oldular adamuslu tengrilerin arkasında
Bir boy bir boya üstün geldi, devirerek boyları
Şaman bayları vurulan boyunlardan da üstün kaldı
Bu kavgalar o günden beri silindiler taş üzerlerinden
Bozkırda kayalar bile parçalanıp dağıldı
1997
Engin Korelli
Engin Korelli şiirleri