Güz Senfonisi
`1`
Ey esrik gülüşleri yorgun
Göğü hüzünlü gurbet türküsü
Bulutlarından tanırım seni
`2`
Gün siyah bir tüle büründü
İnsanlar koyu renk giysilere
Boynunu büküp hüzünle bıraktı
İlk yapraklarını yavaşça
Yol boyundaki akasya ağacı
Caddeler boyu hüzün, caddeler boyu keder
Her yüz kendi yalnızlığına gömülü
Buğulu camların ardında dalgın, kırık
Bir şeyler yitirmişliğin acısı
Bir şeyler kaybetmişliğin
Kar çiçeği ömründe geçip giden yazın
Sarı ot kokusu bulaşmış elleriyle
Üstüne titrediği fesleğen ölüsünü seviyor
Kendi ölüsüne bakar gibi bomboş gözleri
Duvar dibinde solgun, alık bir resim
Ömründe çok kez yaşadığı halde
Gene de şaşarak bakıyor bu ana
Kim bilir belki de kendi son baharını görüyor
Kendi gözleriyle kendi teninde
`3`
Güz deyince hep çocukluğumdur,
İçimde ard arda yıkılan ormanlar.
Ürperdikçe uzayan sessizliğim,
Aynı kum saatinin dönencinde.
Aynı yorgun kıvrımında ömrün.
Rutubet kokulu odalar, camı kırık pencereler
Ürkek yabani bir çocuk canlanır gözümde.
Soluk benizli ama umut dolu avuçları.
Seslensen uyanmaz dalgınlığından,
Kirpiklerinde iri yaş tomurcukları.
Hüzün damlayan ellerinde buluttan rüzgar,
Bilmediği odalarda yarı ölü aydınlık,
Gülüşü yarım ağızda acı bir türkü
Bir tanımsız heyecan vardır ellerinde.
Hep eylülle başlar macerası
Eylülle devam eder
`4`
Aynı aynalara koştuk, aynı umutlarla
Yorgun omuzlarında kasvetli ağırlık,
Dudaklarında ucuz ruj, yanaklarında abartılı pudra
Aynı kadını sevdik, aynı heyecanla
Aynı odayı paylaştığımız arkadaşla
Aynı zamanda başlayan, aynı zaman diliminde
Şimdi aynı kulvarda koşmasak ta
`5`
Bıçkın gülüşlerinde şehvet
Uzun saçlarında rüzgar taşırdı bana
Gün akşama döner dönmez
Durup yorgun sessizliğimin kıyısında
Heyecanla bakardı yollarıma
Dar dünyasına açılan perdenin arasından
Yumuşacık yüzü, merak dolu gözleriyle
Kim bilir ne hayalleri vardı
Öfke fıçısı uçarı benliğimde
Öylesine bir tutkuydu belki de
Okşanmak istenen genç kızlık gururuyla
Adına güz tadında yazdığım şiirlerden
Israrla her gün bir yenisini isterdi
Kim bilir belki de en çok onları sevdi
Gider ayak bir gülüşü kaldı bende
Birde salkım üzüm gibi bakışı
Düğüm düğüm anısı boğazımda
Yağmur yüklü bulut dolu gözlerim
Yıkar kirpiklerimi tenhalarda sessiz sessiz
Ne zaman bağ bozumu vakti gelse
`6`
Şimdi oralarda akşamları buruk
Sabahları telaşlı
Bitip tükenmeyen bir didinmenin adıdır çalışmak
İnce, biçimsiz, kırılgan
Devinip durur kendi ekseninde çaresizlik
Yoksulluk yaşamın diğer bir adıdır
Nasırlı parmaklarsa umuda açılan kapı
Bir gider bir gelir ufuklarının penceresindeki aydınlık
Zaman tohumun toprağa düştüğü andır
Filizlenip büyüdüğü, hasat edildiği an
Su geçirgenliği az killi toprak gibi
Hiç bir şeyin ifadesi değildir
Ömürlerinin takviminden savrulup giden yaprak
Şimdi oralarda çocuklar alın çizgilerinden uzak
Bir oyunu oynar gibi sürülerini otlatırlar
Sabahın kırağı düşmüş alacasında.
Dantel dantel işlenmiş umutlarında,
En gizli korungan yerlerinde birer düş
Uzak kentlerden tanımadıkları bir kurtarıcı beklerler.
Yüreklerimde birer avuç köz, sandıklarında çeyizleri
Kaldırmadan çalışırlar başlarını
Şeker pancarı tarlalarında
Ağır törelerin çemberiyle sarılmış kızlar.
` 7`
Gagası sarı, alnı sakar, göğsü kınalı
Pembe ağızlarında odalar dolusu cıvıltı
Bir şeyler taşırlardı durmadan kurt, solucan, böcek...
İpince sevinç dalgası bir avuç
Ne çabuk büyüttüler yavrularını
Kısacık ömürlerinde kırlangıç kuşları
Bırakıp gidecekler onlarda bu kenti
Arkalarında ölü bir sessizlik bırakarak
Kaybedecek gök yüzü mavisini
Göçüp giden kuşların ardından
Tam zamanı işte şimdi
Toprak, su, hava, rüzgar
Söylerler bir zaman
Hüzünlü bir turna türküsü
Hep bir olup, bir ağızdan
Bir ben duyarım bunu bir ben
Bir de elimde mahzun duran bağlamam
Selami Karabulut
Selami Karabulut şiirleri