Venüs`le Buluşma
Birçok dönemeçte kaderimize `buradan sap` diye bağırmak isterken ağzımızı bile açmadan, sesimizi çıkarmadan, geçip gitmişizdir. O dönemeçte karar verebilirsek nereye gidecektik hiç bilemeden ve bunu hep merak ederek başka bir menzile, başka bir geleceğe, başka bir hayata doğru sessizce yolumuza devam ederiz. Nedir bizi sessiz bırakan peki? Nedir isteğimize rağmen karar vermemizi engelleyen?
Bazen düşünürüm de, kader bana tuhaf huylu bir arabacı gibi gözükür, sanki sizi hangi şehre götüreceğini seyahatin başından belirlemiştir de, şehre vardıktan sonra bazı dönemeçlerde dönüp adresi size sorar.
Hangi semtte, hangi sokakta, hangi evde yaşayacağınızı kendiniz belirlersiniz.
O dönemeçlerde kararınız ya da kararsızlığınız çizer yolunu.
Kararsız kalırsanız eğer, arabacı o dönemeci geçip devam eder yoluna.
Acaba hayatımızın kaç dönemecinde kendimiz karar veririz ne yana sapacağımıza ve acaba hayatımızın kaç dönemecinde kararsızlığımız yüzünden bir dönemeci kaçırırız.
Ve, o dönemeçlerde kararımızı ya da kararsızlığımızı belirleyen nedir?
Geleceğimizin rotasını kararlarımız mı yoksa kararsızlıklarımız mı çizer?
Birçok dönemeçte kaderimize `buradan sap` diye bağırmak isterken ağzımızı bile açmadan, sesimizi çıkarmadan, geçip gitmişizdir.
O dönemeçte karar verebilirsek nereye gidecektik hiç bilemeden ve bunu hep merak ederek başka bir menzile, başka bir geleceğe, başka bir hayata doğru sessizce yolumuza devam ederiz.
Nedir bizi sessiz bırakan peki?
Nedir isteğimize rağmen karar vermemizi engelleyen?
İsteklerimizden daha güçlü nasıl bir duygu var içimizde?
Istvan Szabo`nun, neredeyse sanata düşman olan `sanatçılarla` Paris`te Wagner`in bir operasını sahneye koymaya çalışan Macar bir orkestra şefiyle, onun aşık olduğu Amerikalı bir sopranoyu anlattığı harika bir filmi vardır, `Venüs`le Buluşma.`
Genç orkestra şefi bin türlü engelin, entrikanın, kaprisin arasında istediği gibi bir müzik çalabilmek için kıvranırken, dünyanın en güzel seslerinden birine sahip olan, zeki, güzel, şımarık ve gençliğini ardında bıraktığından kaygılı sopranoya aşık olur.
Soprano da bu çocuksu, yetenekli ve çaresiz şefe tutulur.
Macar şef evlidir.
Güzel soprano ise, artık efsane olmuş çok ünlü bir başka Macar şefle bir zamanlar bir aşk yaşamıştır.
Genç şef, sevdiği kadın, karısı ve hayran olduğu eski şefin korkutucu efsanesi arasında sıkışır, bir yandan da orkestradaki çeşitli sorunların üstesinden gelmeye uğraşır.
Bütün bunlara rağmen birbirlerine aşklarından sözetmeyi ve birlikte olmayı başarırlar, harika sevişirler, kadınların seviştikten sonra `bu bir mucize` dedikleri o olağanüstü sevişmelerden.
Bir seferinde prova yapılırken gene orkestrayla şefin arasında sorun çıkar, şef provayı izleyen sopranonun yanına gelir, `bunları azdıramıyorum` der `ne yapacağım.`
- Azdırırsın, der soprano, beni azdırdığına göre onları da azdırırsın.
Bu bir tek cümle bile şefe ihtiyacı olan gücü vermeye yeter.
Ama hayat her zaman bu kadar güzel değildir şef için.
Sopranoya aşık olduğunu anlayan karısı onu evden kovar, soprano şefin evliliğini bozmak istemediğinden telefonlarına cevap vermez.
Bütün bu karmaşaya rağmen yeniden biraraya gelirler.
Soprano şefe, `hiç kimseye böyle aşık olmadım` der.
Şef de olağanüstü güzellikte sesi olan bu huysuz kadına aşıktır.
Ve, o dönemeç gelir.
Bir sevişmeden sonra yatağın üstünde çırılçıplak birbirlerine sarılmış vaziyette kucak kucağa otururlarken, soprano `Paris`ten sonra ne yapacağımızı düşünüyorum` der gülümseyerek.
Gelecekle ilgili bir söz bekler şeften.
Şef sesini çıkarmadan bakar kadının yüzüne.
Tek kelime etmez.
Hayatının belki de en önemli dönemeçlerinden birinde, kadere `buradan sap` diye bağırmak isterken sessizce durur.
Soprano anlar.
Şef, kadere `buradan sap` diyememiştir.
Operanın ve hayatının `venüsüyle` buluşamayacaktır.
Aşkına ve isteğine rağmen karar verecek cesareti gösterememiş, hayatını bir başka geleceğe döndürememiştir.
Kimbilir, belki karısının çok üzüleceğini düşünmek, belki sopranonun kendisinden bıkacağından çekinmek, belki eski ve ünlü şefin hayali altında ezileceğini sanmak, belki de sopranonun kaprislerinin kendi geleceğini boğacağından korkmak.
Nedeni ne olursa olsun şef kararını verememiştir.
Henüz varolmayan `gelecekle` ilgili korkular, varolan `an`ı ve o andaki o olağanüstü isteği hayata geçirmeye engel olmuştur.
Kararsız kalmış, kader yoluna devam etmiştir.
Peki, gelecek nasıl olur da `an`ı böylesine önemsiz ve güçsüz kılabilir?
Neden insan elindeki `an`ı yaşamak yerine, geleceğiyle ilgili hesaplara takılıp kararsız ve sessiz kalır bir dönemeçte.
Gelecek belirsiz ve karanlık olduğu için mi, aydınlık ve belirgin olan `an`ı böylesine yenilgiye uğratır.
Bilinmeyenden duyduğumuz korku, bilinenin aydınlığı içinde duran istekten kuvvetli midir?
Belirsiz olan belirli olandan güçlü müdür hep?
O yüzden mi, en önemli dönemeçlerde bazen böyle kararsız ve sessiz kalır da, çok sapmak istediğimiz yollara özlemle bakarak dümdüz devam ederiz?
Hayatımızın en önemli zaman parçası, henüz gelmemiş olan ve `gelecek` denilen zaman parçası mıdır?
Böyle zamanlarda kaderimizi belirleyen `dün` ya da `bugün` değil de `yarın` mıdır?
Yarın, bu korkunç gücünü bilinmez olmasına mı borçludur?
Geleceğin belirsiz karanlığına saklanan korku, bugünün apaçık isteğini neden bir sessizliğe mahkum eder?
Şef, o sessizlik anında bile, o güzel sopranoyu hayatı boyunca seveceğini ve özleyeceğini bilir, o kadın olmadan geçecek olan hayatının solgunlaşacağını keskin bir şekilde hisseder.
Yaşadığı acıyı sessizliğiyle kabullenir.
Gelecekten korktuğu için geleceği istediği gibi yaşayamaz.
Karar veremediği için hayatının yolunu kararsızlığı çizer.
Hayatlarımızı kararlarımız mı kararsızlıklarımız mı belirler?
`An`ın isteklerini `geleceğin` endişelerine kurban edenler mi daha mutlu yaşar yoksa geleceğin acılarını kabul edecek kadar güçlü bir şekilde `an`ın isteğine sarılanlar mı?
Kaç dönemeçten `Venüs`le buluşamadan` geçtik acaba?
Ve acaba kaçımız gelecek korkusu yüzünden geleceğimizi kaybettik?
Ahmet Altan
Ahmet Altan şiirleri