öylesine Bİr Susuzluk
Heyecanlı şiirler okumak hep o anla sevişmek gibi yapışkan birşeydi .Ne vardı bu kadar bitimsiz rüyalara dalacak, Her rengin üzerinde bu kadar duracak?sağa sola sataşmayı bulaşmaya dönüştürecek ne vardı bilmiyorum.
Olmadı..Kentin yüzü öpülmüyor artık. Rahatım rahat olmasına. İstersem şu anda dışarı çıkabilir ve tekrar içeri girebilirim, yada kafama göre şu lambayı istediğim gibi, istediğim kadar söndürüp yakabilirim. Yalnız uyurken sağ tarafım acıyor, hep o taraftan geliyorsun. Eğilip öpesim geliyor. Yüzün kentin yüzüne karışıyor. Kentin yüzü çirkin bakılmıyor, kentin yüzü buruşuk öpülmüyor.
Ritmik şarkıların peşinden koşacak ne vardı? Şimdi uygun adım yürürken sırıtmazdı ayaklarım.
Olmadı. Sesime ses karışmadı.. Bu yenilgi büyütmüyor beni. Ne vardı herşeye bir isim koyacak? Hey bu macerayı üstüme atan sen! ben bu kadar güçlü değilim. Ne vardı bu kadar cepheden poz verecek, gözlerimin içine bu kadar sevişken bakacak ne vardı?
Olmadı.. Resmim kareye sığmadı.. Kentin boyu küçük, kent kilolu ele gelmiyor. Kare küçülüyor. Rahlenin üstü boş, rahle ağlıyor.
Hadi kımılda! ne vardı bu kadar duracak dedirtme bana. Bana tosla, çek al içimdeki yorgunluğu.. Ah olmadı! olmuyor. Kırmızı ciltli kitaplar bile bu yırtığı yamayacak başlangıca götürmüyor.
Başım belaya girecek diye yola çıkmayacak mıydım. Üstüm başım kirlenecek diye yağmurun durmasını, çamurun yok olmasını mı bekleyecektim? Her kentlinin yaptığı gibi randevulu saatlere ayarlanıp, ütülü pantolonlar ve boyalı cilalı ayakkabılarla mı yerimi almalıydım göğüsleri sarkık bu kentin koynunda?
Uzun zaman oldu buraya geleli. benzeştiğim bu şehirden kovma beni. Bu şehrin yok oluşu benim ölümüm. Bugün sabah erken kalkıp vedalaşmaya hazırlandığım bu kenti son kez baştan sona dolaştım. Orada her şey hummalı, herkes göğe bakarak konuşuyor. Kimse kimseyi çağırmıyor, kimse kimseye ismiyle hitap etmiyordu. herkes isimlerden arınmış ve sadece kendinin adamıydı. Ben onlara baktım, Yürüdüm içlerindeki o ayaklanmış bildirilere yaslanmak üzere. Buluştuğum nokta hiç kimsenin olmadığı kendi adamlığını keşfettiği, kimsenin çağrısına cevap vermek zorunda olmadığım, her yeri aynı açıdan, aynı anda görebilen bir yerdi.
Çok erken vakitleriydi sabahın. İşte her gün böyle başlardı bu kent bana yazılmaya. Derdimi anlatmadan önce kimsenin derdini dinlemek zorunda değilim burada, herkes kendiliğinden başlar konuşmaya. Pişmanlıklar hep en arkadan gelir ve vuramaz kimseyi sol böğründen. Biriyle beraber olmak isteyen biri döner kendi dudaklarından asılır sonra müthiş bir zevkle boşalır. Kendi adamlığını yaşayan bu kentliler her sabah tüm bunları yapar bense bunlara şahit olurdum.onlarla vedalaşmaya hazırlandığım bu sabah tüm bunlar oldu. Tüm bunları size anlatırken utanmıyorum. Belirli bir aşamayı geçtikten sonra buraya düşülür. Her şey kendi içinde bir sır. Bu sırrı sizle paylaşmak sizinde bir an önce bu sırra ulaşıp bu kentin kucağında kendi adamlığınızı doyasıya yaşamanızı istediğimden değildir. Ne benimle güzelleşin nede benden dolayı çirkinleşin. Kendi adamlığını ortaya koyanlardan bahsediyorum o kadar..
Boş bir kent her şeyiyle. Kuralsızlığı, insansızlığı, mekansızlığıyla. Adımınızı attığınızda adım atmanın, oturduğunuzda oturmanın, uyuduğunuzda uyumanın, çıplak bedeninizle gezip dolaştığınızda onun o an sizin yaşamışlığınızın kuralı haline dönüştüğü bu kentten bahsediyorum. Birden düştüm buraya, yüzünü gözünü kana buladığım o her gün aynı adamların ve kuralların başlattığı kentlerden.
Hala sabahın erken saatleri ve ben onu terk edip yanınıza döneceğim. Dar bir sokaktayım. Üstü kapalı bir sokak. Eski evler, eski kaldırımlar, eski zaman türküleri, ve her evden sık sık gelen eski insan öksürükleri. Her ev kiralık kimse kalıcı değil. Vedalaşmaya hazırlandığım bu kentin üzerinden asılan masmavi bir köşe bu sokak. Sabahları buraya uğrar eski nağmeler arasında utana, sıkıla yüzleri kıpkırmızı olmuş sevgililerin içlerindeki o ateşin yüzlerine yansıyan şehvetli bakışlarını izlerim.
Burada dokunmak zor ve ağır bir yüktür. Dokunan takılır ve üstü kapalı bu sokak içine çeker dokunanları, yutmaz. Yutulan ölü kimliğine bürünendir. Aksine bu onların yeniden dirilişidir. Yapış yapış olduğum birinin koynundan kalkar ve sabahın köründe tek bir dokunuşun peşinde buralara düşerdim. Bu son sabah her şeyi ardımda bırakarak nice yaşıtlarımın arasından geçerek her şeyin yüzüstü bırakıldığı o kentlerden son bir ümitle o elini tutmaya geldim. Kızaran bir yüzümüzde bizim olsun istedim, susuzluktan, aşksızlıktan...
Her şey olmuştu bu kentte aramızda . Artık kentin yüzü gülüyor ve öpülüyordu. Göğüsleri dimdik ve kırmızı ciltli kitaplar ve hatta rengarenk ölüler bolcaydı burada. Sabahın ilk ışıkları belirmeden sana bir kez dokunup sonra düşmeliydim geldiğim topraklara. Herhangi bir yer seçmeden saatlerce bekledim seni.tüm girişlerini biliyordum bu kentin, bu sokağın ama yoktun. Yere bakmaktan sıkıldım kafamı göğe çevirdim. Güneşin kızıllığı ufku yararak yeryüzüne doğmak üzereydi.? yok mu bir işaret ondan? diye göğe doğru haykırdım.? var ama giden bir hali var onun?dedi bir ses yukarılardan. O an sokağın tavanı çöktü sanki.ama güçlü olmalıydım.bu şehri kuran bendim. Sonra bu sokak ikimiz etrafında kurulmuştu. Şehir hala ayakta, sakin ve herkes adamlığını yaşamaya devam ediyor.
Ya sokak? Giden gibi bir hali var onun diyor.
Hey bu macerayı üstüme atan sen! ben bu kadar güçlü değilim. Ne vardı bu kadar cepheden poz verecek.. Gözlerimin içine bu kadar sevişken bakacak ne vardı bilmiyorum. Sen, ta yürekten sevilen. Benzeştiğim bu şehirden kovma beni...
Bu şehrin yok oluşu benim ölümüm...
Hikmet Haşlak
Hikmet Haşlak şiirleri